Melisa Vardal- Ekonomist, 1400–2000 yılları arasındaki Avrupa sanatını yapay zekâ ile inceleyip toplumun döneme özgü ruh hâlini ortaya koyan bir çalışma yürüttü. Google Arts & Culture, WikiData ve WikiArt’tan derlenen geniş verisetine dayanan model; üzüntü, korku, öfke, hayranlık ve hoşnutluk gibi dokuz temel duyguyu saptayarak tarihsel kırılmalarla karşılaştırdı. Sonuçlar, çalkantılı dönemlerde korku ve üzüntünün yükseldiğini; istikrar ve refah dolu dönemlerde ise hoşnutluğun, eğlence ve heyecanın öne çıktığını gösteriyor.
Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu’nun “State of the Art: Economic Development through the Lens of Paintings” başlıklı çalışması ise sanat tarihçileri tarafından değerlendirildi. Bu değerlendirme, sanatın tarih boyunca zaten üstlendiği rolün yeni bir yöntemle doğrulanmasından ibaret olduğu görüşünü ortaya koydu. Sanatçıların, ister Delacroix’nin devrim coşkusunu ister Picasso’nun savaş çığlığını yansıtsınlar, her dönemin umutlarını, kaygılarını ve çatışmalarını üretimde buldukları ifade edildi.
“Sanatçılar zamanın ruhuna tepki verir.” cümlesiyle özetlenen yaklaşım, sanatçıların toplumsal bağlamla olan ilişkisini vurguluyor. Bu düşünce, Van Gogh’dan Kahlo’ya kadar pek çok ismin eserlerinde dönemin etkilerini nasıl somutlaştırdığını gösteriyor. Rönesans ve Barok’tan Rokoko’ya, neoklasisizmden Romantizme kadar her akım, kendi toplumsal dinamiklerini üretimlerinde bir şekilde yansıtırken, Modernizm ile birlikte “sanat için sanat” anlayışı da baskınlık kazanmıştır. Toplumsal koşullar ise yalnızca politik olaylar veya ekonomik göstergeler olarak değil, sanatçıların kimliğini ve tercihlerinin şekillendiği bağlam olarak da eserlere yansır.
“Eserler, kolektif belleğin zemini” düşüncesi, sanatın üretildiği çevrenin ikliminden politik gelişmelere, savaşlardan adaletsizliklere kadar geniş bir etki alanına sahip olduğunu savunur. Sanatçıların toplumsal ve ekonomik koşullardan bağımsız bir analiz̧le eserlere yaklaşmasının yüzeysel kalacağı görüşü, disiplinlerarası bir bakışla sanat üretiminin yalnızca bireysel yeteneklerle değil, toplumsal hafızayla iç içe geçtiğini öne sürer.
Uras Kızıl ise “Sanat, toplumsal koşullardan ayrı düşünülemez” fikrini vurgular. Yapay zekâ ile büyük veri üzerinden analizler yaptıkça bile sanatın toplumsal olaylarla şekillendiği savunulur. Arnold Hauser’in Sanatın Toplumsal Tarihi çalışması, 17. yüzyıl Hollanda’sında zenginleşmenin sanata olan yatırımıyla başlayan bir akımı işaret eder; 19. yüzyıla gelindiğinde manzaranın Romantizm eleştirisine dönüşmesi ve sanayi devriminin doğaya etkisi gibi akımlar, sanatın toplumsal bağlama olan bağlılığını ortaya koyar. Bu bağlamda, bugün de sanat üretiminin ilham kaynağı olarak yalnızca bireysel dahayı değil, dönemin dinamiklerini görürüz.