Şehrin kenarında sessizce yükselen bir heykel, kentin göz ardı edilen mobilya ve nesnelerini yeniden düşünmeye çağırıyor. Barikatlar, sokak direkleri ve kaldırım dubaları gibi unsurlar, sanatçının ellerinde dönüştürücü birer form olarak öne çıkıyor. Bu yaklaşım, İstanbul’un dinamik yapısını yansıtan hareketli formlarla birleşerek söz konusu eserin karakterini oluşturuyor.
Yaklaşan 5.9 metre yüksekliğine ulaşan bu yapı, sadece boyutuyla değil, şehirle kurduğu diyalogla da dikkat çekiyor. Eser, gündelik nesnelerin estetik potansiyelini keşfederken, mekânsal deneyimi de derinleştiriyor ve izleyiciye kentsel yaşamın akışkan yönlerini hatırlatıyor. Metropole bağımlı hareketler ve sürekli değişen mekânlar, çalışmanın temel dinamiklerini şekillendiriyor.