Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğuna 17 Eylül 2017 tarihinde oturan Ali Erbaş’ın dönemiyle başlayan süreçte, Anıtkabir ve Dolmabahçe ziyaretleri sonrasında yaşananlar bir arada anıldığında hutbelerin ve vaazların mevzuu netleşti. Camilerin ortak sesi, hutbelerdeki metinlerin tek düzeltilmiş halde sunulmasıyla kendini gösterdi; Atatürk’ün ismi ise çoğu zaman kenarda kaldı ve bu durum içimde derin bir sessizlik yarattı.
İmamların vaazlarında ve hutbelerinde Atatürk’ün adını duymamak, Diyanet’in hazırladığı metinlerle özetlenen bir yaklaşım olarak ortaya çıktı. Hutbenin içeriği geniş çapta değişmeyen bir şablona dönüştü ve her camide aynı metin okunması, Atatürk’e dair bir anı veya Fatiha duasının yer almamasına yol açtı. Bu tablo karşısında kişi olarak hissettiğim acı ise daha da büyüdü ve Atatürk’ün ölüm yıldönümünde bile hatırasının ritüelimde eksik kaldığını hissettim.
“Ruhuna bir Fatiha okumak” vesilesiyle gösterilen çabanın yetersiz kaldığını düşünen sesler, Diyanet Başkanı’nın ve ilgili yöneticilerin bu konudaki yaklaşımını sorguluyor. Atatürk’ün adının niçin camilerde anılmadığı ve hutbede yer almadığı sorusu, bu konudaki tartışmaları canlı tutuyor. Her ne kadar Hutbe metinleri önceden hazırlanıp dağıtılsa da, bu durum, Cumhuriyet’in kurucusunun anısına olan yaklaşımda bir kırılma yaratıyor gibi görünüyor.
Bu yazıyı ticari veya siyasi bir amaç gütmeden, 2017’de Milliyet gazetesinde kaleme almıştım. Zamanla sekiz yıl geçti; artık ne 10 Kasım’da, ne 29 Ekim’de, ne 30 Ağustos’ta Atatürk’ün adının yeterince anılıp anılmadığı sorusu gündemin merkezinde duruyor. Camilerde Atatürk’süz bir Cumhuriyet Bayramı veya Atatürk’süz zafer anlatımları, 19 Mayıs’larda Samsun’a çıkışını hatırlatma adına bir eksiklik olarak hissedildi. Sadece bir ismin anılmaması değil, bir kimliğin ve bir dönemin hatırda korunması da bu süreçte tartışılıyor. Erbaş’ın bu dönemdeki yaklaşımı, sekiz yıl boyunca camilerin kapısını bu ülkenin kurucusuna kapatmış oldu.
Bugün artık kim koltukta olursa olsun, bu kapıyı Atatürk’e açmanın ve onun hatırasını içtenlikle anmanın yolu, camilerin rehberliğinde daha net bir görünüm kazanabilir mi, yoksa mevcut yaklaşımın kalıbı mı sürdürülüyor sorusunu sormama neden oluyor. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Salim Argun ile İstanbul Müftüsü Safi Arpaguş’un kim olacağı tartışmalarda kilit bir rol oynasa da, nihai kararın Atatürk’e dair saygı ve hatıranın kaçınılmaz biçimde nasıl yansıyacağı konusu belirsizliğini koruyor.