Ünlü biyografik roman yazarı Sevim Kahraman, Cevat Şakir’in hayatını “Karanlık ve Mavi” üzerinden kaleme aldığı incelemesini paylaşıyor. 1890’da Girit’te başlayan ve 1973’te İzmir’de Merhaba Apartmanı’nda son bulan bu 83 yıllık ömürde, Balıkçı’nın yaşamı aşkları, acıları, sürgünleri ve sürprizlerle şekillendi.
İstiklal Mahkemeleri’ni gördü, sürgünlüğü yaşadı; ama hayata bakışını resimle, edebiyatla ve felsefeyle renklendirmeyi sürdürdü. İnsanları mavi yolculuklara çıkarmayı hedefleyen bu sesi dinleyenleri büyüledi. Sevim Kahraman ile “Karanlık ve Mavi / Bir Halikarnas Balıkçısı” romanı üzerinden konuştuğumuz bu sohbet, Bodrum’un Halikarnas Balıkçısı’nı nasıl benimsediğini ve yaşamındaki doğa sevgisini de anlamamıza olanak tanıyor.
“Cevat Şakir, sürgün edildiği yeri cennete çeviren bir isim.” Bu bakış, Bodrum’da onun için yalnızca bir sürgün yeri olmadığını, bir yaşam tarzı ve tutku haline geldiğini gösteriyor. Buraya yabancı tohumlarla başlayan yeşil serüven, yıllar içinde dev ağaçlara döndü ve bölgeyi adeta yeniden biçimlendirdi.
Balıkçı’nın İstanbul’dan uzaklaşma süreci, babasının ölümünün ardından gelen cezalarla başlar. On yıl süren hapishane, ardından Bodrum’a sürgün ile sonuçlanır; fakat bu mekan, onun için bir zindandan çok bir yaratım alanına dönüşür. Şehrin sokaklarında yürürken gördüğü her şey, anlatılarına yeni bir yaşam katmanesi katar.
Polisin gözetimi altında geçen yıllar ise onun günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelir. Kaymakam Rasih Bey ile olan alışveriş sahneleri, mahalle comedilerini içeren anekdotlar ve mahallenin sakinlerinin tepkileri, Balıkçı’nın yaşam gerçekliğini aydınlatır.
İçsel çatışmaları ve duygusal dünyası ise yalnızca olaylardan ibaret değildir. Babasıyla olan çatışma, gençlik travmaları ve ölümle yüzleşmesi, onun öfke patlamalarını ve derin pişmanlıklarını şekillendirir. Bu süreçte ailesiyle olan ilişkileri de zaman zaman kırılgan ve dramatik bir tablo çizer.
Yaşam ve aşk ilişkileri konusunda da bir ayna görevi görüyoruz. Nâzım Pasha benzetmesiyle hatırlanan öyküler, Balıkçı’nın kadınlarla olan bağlarının derinliğini gösterir. Azra Erhat ile olan tutkulu bağ, hayatını ve aşklarını nasıl sürüklediğini anlamamıza yardımcı olur. Her kadını farklı bir yaşam alanına taşıyan bu figür, yaşamında neye ihtiyaç duyarsa onu almıştır.
Geceleri odak noktası olan Balıkçı, neredeyse hiç uyumaz; sabah güneşle birlikte güne merhaba der ve hayvanlara olan sevgisini sürdürür. Tavşanlar ve maymunlarla kurduğu ilişkiler, onun doğaya olan bağlılığını somut bir şekilde gösterir. Bu özellikler, onun hayatından öğrenilecek dersleri de netleştirir: yaşamın kıymetini bilmek ve anı tüm canlılarla paylaşmak.
Bu sohbetin alt metni, Balıkçı’nın yaşam felsefesinin özüne inerek, “yaşamı sevmenin” bir başkaldırı olmadığını, aksine yaşamla uyum içinde var olmanın bir yöntemi olduğunu hatırlatır. Yaşam kısa ve değerlidir; bu yüzden her anı en iyi şekilde kullanmak gerekir.